Bir Pinokyo Meselesi – Esra Kaplan

Sabah uyanır uyanmaz Pinokyo’nun ilk işi daireye gitmek için hazırlanmak oldu. En son aldığı takımını giyerken epeyce zorlandı. Artık kendine yeni bir şeyler almanın vakti gelmişti. Son zamanlarda aldığı kilolar yüzünden çene hattı da iyiden iyiye kaybolmuş, burnu suratının ortasında ben buradayım dercesine bağırır hale gelmişti. Çehresini incelerken komşudan gelen buram buram kokan hamur kızartmasının zihnini daha fazla dağıtmasına izin vermedi. İki gün önceden kalan kurabiyesinin yanına hazırladığı sütü içti. Apar topar merdivenlerden indi. Aşağıda doksanlı yılların şarkıcılarını andıran ev sahibiyle karşılaştı.

“Bugün ne kadar şık görünüyorsunuz.”

“???”

Gözlüklerin üstünden iğreti bir şekilde Pinokya’ya bakan ev sahibi cevap vermedi. Hızla uzaklaştı oradan. Bu Pinokyo için iyi bir durumdu. Uzun uzadıya adamın rahatsız bakışlarını yüzünde hissetmek istemiyordu. Zira burnu uzamıştı. Bütün bu anı başını sallayarak zihninden attı. Bir şeyi unutmak istediğinde böyle yapardı.

Daireye gitmeden önce dün akşam Gepetto Usta ile konuştuklarını düşündü. Yaşlı marangozun her akşam yanına uğramak alışkanlığıydı. Pinokyo alışkanlıklarını seven biriydi. Fakat bu alışkanlıklar son zamanlarda kendini çok yormuştu. Ummadığı bir anda günün ortasında bu alışkanlıklar yüzünden bağırabilirdi. Akşam Gepetto Usta’nın yanına vardığında marangozhane kalabalıktı. Herkesin dağılmasını beklemişti. Kalabalığı sevmezdi. Bir yandan içeriyi göz ucuyla süzmüştü. Üzerinde büyük bir işçilik olduğunu düşündüren sandalyeler, masalar, kapılar ve tezgâhın üzerinde tutunmaya çalışan küçük talaş parçaları. Marangozhane soluk alınca Gepetto Usta görünmüş.

“Bugün erkencisin? Seni daha geç bekliyordum.” demişti.

Gepetto sorusuna cevap bile beklemeden sandalyeye oturmuştu. Bilirdi. Kelimeler tarafından sıkıştırılmaya kızardı Pinokyo. Gepetto usta çay ikram etmişti. Uzun süre ses çıkarmadan oturmuşlardı. Bir süre sonra endişeli bir gülümseme yerleşmişti yaşlı adamın yüzüne. Saçlarının ortası belirgin seklide dökülmüş, diğer tutamları ise şekilsize omzuna kadar uzamış ve avurtları içine çökmüş olana bu çelimsiz adam -Gepetto Usta- daha fazla susamamış:

“Neyin var?” diye sormuştu. Pinokyo’nun aklından tam olarak şu cümleler geçmişti.

“Burnum var efendim. Bir türlü küçülmeyen burnum var! Üstelik siz de bunun farkında olmalısınız. Baksanıza nerdeyse tezgahınıza değecek. İşte bu burundan kurtulmak için çabalıyorum. Niçin bir de size anlatmamı bekliyorsunuz?

Pinokyo bu cümleleri söylememişti. Biliyordu ki Gepetto Usta’ya göre Pinokyo’nun burnu göklerden gelen bir hediyeydi ve Pinokyo bunun kıymetini bilmeliydi. O akşam daha fazla vakit geçirmeden yaşlı marangozun yanından ayrılmıştı.

***

Daireye gittiğinde gün içinde çok şey yapmış gibi duran adamlar vardı. Hiçbir şey yapmıyorlardı. O da bunlara alışmıştı. Mesai arkadaşı seslendi:

“Beyefendi geç kaldınız nerelerdeydiniz?”

Bahane bulmak için düşündü. Anında vazgeçti. Yerine geçti. Çekmesinden dosyasını ve gözlüklerini çıkardı. Yeterince burnu uzamıştı. Neyse ki akşamları Gepetto Usta’ya burnunu törpülettiriyordu. Bunu yapmasa burnunun dünyayı baştan aşağı dolaşacağını düşünürdü. Nitekim öyle de oluyordu. Bazı zamanlar dairedeki işi uzuyor, Gepetto Usta’nın yanına gidemiyordu. İşte o günler ne yapsa burnunu saklayamıyordu. Bu günlerin en zorlu tarafı işe gitmek zorunda oluşuydu. Memurların rahatsız edici bakışları dayanılmaz oluyordu.

Bu sırada bir yandan da göz ucuyla diğer memurları süzüyordu. Her geçen gün kendi aralarında konuşmalar ve fısıldaşmalar artmıştı. Bunda yalan söyleyince uzayan burnunun payı hayli büyüktü. Oysa dün Hikmet Efendi gözünün önünde aslında hiç de içten olmayan bir şekilde müdürü övgülere boğmuştu. Eğer bu övgü bir kum tanesine benzetilseydi büyük ihtimal müdür bu kum tanesinin altında kalırdı. Düşündüğü benzetme, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeye neden oldu. Tüm bu düşünce karmaşasının içinde müdürün başında dikildiğini fark edince irkildi.

“Pinokyo Efendi bakıyorum derin düşüncelere dalmışsınız yoksa yığılan işlerinizi nasıl toparlamanız gerektiğini mi düşünüyordunuz?”

       “O kadar istekliyim ki gelir gelmez dosyamın başına oturup evrakları onaylamaya başladım efendim.”

“Eminim öyledir size kolay gelsin.” dedi müdür burnunun ucuna dokunarak.

Pinokyo’nun başından aşağıya ter damlaları düştü. Elindeki işini kaybetmek istemiyordu. Fakat burnunun biraz daha uzadığını görünce kavuşturduğu elleri yanına düştü ve içinden derin bir ah çekti. Biraz sonra daireye gelecek olan insanları düşündükçe daha da canı sıkıldı. Ne zordu yalan söylememek. Keşke diğer arkadaşlarının da yalan söylediğini ortaya çıkaran uzuvları olsaydı. Şu çaprazında oturan mesai arkadaşı, köri kokulu adam. Bir an onu hayalledi. Boyu olabildiğince uzun. Yalan söylediği zaman boyu daha da uzasa ne güzel olurdu. O zaman burnu kendine yeni arkadaşlıklar edinebilirdi. Kafasından bu kötü temennileri atmaya çalıştı. Hoş onu sevmeyen insanlar için pekâlâ böyle düşüncelere sahip olabilirdi. Daha dün Çaycı Rüstem’e çayının güzel olduğuyla ilgili bir yığın iltifat etmişti. Bunun karşılığında çaycının yaptığı tuhaf bir şekilde yanından uzaklaşması olmuştu. Sesler ve düşünceler gün boyunca aklını meşgul etti. Nihayetinde bir günü daha geride bırakmıştı.

***

Pinokyo daireden çıkışta randevulaştığı doktorla görüşmek üzere kliniğe gitti. Her akşam iş çıkışı bu kliniğin önünden geçiyordu. Uzun zaman kafasını kaldırıp bakmamak için kendisiyle cebelleşmişti. Bir süre sonra pes etmişti. Kliniğine ilk gittiğinde içerisi o kadar kalabalıktı ki. Adam burun yapmakta hünerli biriymiş doğrusu. Şöhreti başka şehirlere yayılmış olan bu adamın hastaları gün geçtikçe kliniğin kapısını aşındırıyorlarmış. Pinokyo uzun uğraşlar sonucu doktorla görüşebilmişti.

Klinikten girdiğinde içeriye hâkim olan beyazı gördü. Beyaz masalar, beyaz sandalyeler ve beyaz giyinmiş görevliler. Pinokyo’yu kapıda ise kocaman yüzü, ağzı ve gözleri arasında yama gibi duran burnuyla doktor karşıladı. Pinokyo’nun gergin olduğunu anlayan doktor ona art ardına koca bir bardakta papatya çayı ikram etmişti. Nafile. Daha fazla vakit kaybetmeden Pinokyo’yu hazırladılar. Masaya boylu boyunca uzandığında ötede ahşaptan yapılmış burun kalıpları ilgisini çekti. Şu en önde kanatlı olan burunu süzdü Ne kadar da müdürün burnuna benziyor. Arkada ufacık yassı şekilde burun ise dairede Pinokyo dışında sürekli başkaları tarafından aşağılandığı halde yüzünde alaycı bir gülümsemeyle kendisini süzen adamın burnuna benzetti. Ya şu en arkadaki yamru yumru burun. Ev sahibinin burnu olduğuna yemin edebilirdi. Zihinde Gepetto Usta ve ilerde duran burunlar bir bu yana bir o yana dağıldı.

Klinikten ayrıldığında Pinokyo paltosuna daha sıkı sarıldı. Gece soğuk ve kokuluydu. Yanından geçmekte olan zarif görünümlü kadının durduğunu fark etti. Kadın ona yönelmişti. Bahariye Yokuşu’nu sordu. Paltosunun yakasını bırakan Pinokyo, yolu tarif etmeye başladı. Fakat kadının şaşkın bakışları bir an duraksamasına neden oldu. Kadın hızlıca uzaklaştı oradan. Önünde durduğu mağazanın camından kendini seyre koyuldu.  Burnu paltonun içinde saklayamayacak kadar uzamıştı. Cebinden bir sigara çıkardı. Yavaşça tüttürerek ilerlemeye başladı.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s